Sayfalar

21 Mayıs 2012 Pazartesi

Perşembe Fikirlerinden: Balmumundan mum yaptık



Mumları seviyoruz. Ancak piyasada satılan mumlar genellikle parafin bazlı ve kokulu mumlar. Parafin, petrolün yan ürünü ve  bu mumlar yandığında  havaya yayılan toluen maddesi, sinir sistemine hasar verebiliyor. Toluen de diğer pek çok kimyasal gibi buharlaşıp, ciğerlere giriyor ve alerjiye neden olabiliyor. Kimi zaman baş ağrısı, mide bulanması, hatta halüsinasyonlara bile neden olabiliyor. Ayrıca sentetik koku vericiler havada kalarak, içerideki havanın kalitesini olumsuz etkiliyor. Akciğerlerin ve solunum yollarının dokusuna zarar verip, gözleri tahriş edebiliyor.

Biz mumları balmumundan yaptık. Balmumu, eski bal peteklerinin boşaltıldıktan sonra eritilmesi ile elde ediliyor. Balmumundan yapılan mumların bırakın sağlığa zararlı olmasını faydalı bile olduğunu; solunum yollarını açtığını, balgam oluşmasını önlediği için öksürüklü, boğmacalı astmalı, sinüzitli nezleli ve saman nezleli hastalar için tedavi edici olduğunu öğrendik.

Durum böyle olunca, yine bir perşembe, biz Perşembe Fikirleri grubu mum yapmak için doğal malzemelerimizi hazırlayıp toplandık.

Balmumuna biraz zeytinyağ ekledik, güzel koksun diye biraz da bergamut yağı ekledik, karışımımızı hazırladığımız kaplara döktük. Mumu yapmak kolay oldu, ama fitil konusu bizi zorladı. Şöyle ki, ilk denememizde evde olan pamuklu ipi iki kat yapıp, burup kalınlaştırdık, kapların içine sabitledik, mumları döktük, bir süre sonra mumlar katılaştı, çok mutlu olduk gururlandık başardık diye. Sonuçtan o kadar emindik ki, aklımıza yakıp denemek gelmedi bile :) Sabah kalkınca tekrar mumlarımıza gururla baktım, birini yakayım dedim, yaktım, mumun ipi puff yandı, yok oldu, mumu yakmadı! Aaa ikincisini yaktım baktım, yine puff!! Baktık evdeki kalmış iplerle falan olmayacak bu iş. Saman Pazarı'ndan mum fitili aldık, yaptığımız mumları tekrar eritip doğru fitille yaptık. Artık yanabilen mumlarımız var !

Malzemeler:

  • Balmumu
  • Zeytinyağı (ucuz, dip yağı kullandık)
  • Doğal aromatik yağ (biz bu sefer bergamut yağı kullandık ama gerekli değil çünkü balmumunun kendi kokusu da çok güzel)
  • Mum fitili
  • Mandal
  • Geniş ağızlı kaplar için çubuk
  • İçine mum dökülecek kaplar (minik konserve kutuları, kullanılmayan bardak, fincan, midye kabuğu vs.)
Yapılışı:

Önce göz kararıyla yapmak istediğimiz mum miktarının yarısı kadar balmumunu erittik (ben mari usulü ya da kısık ateşte eritilebilir- kaynatmayınız), sonra yine göz kararı bir o kadar da zeytinyağı ekledik, balmumu soğuk zeytinyağıyla karşılaşınca tekrar donuyor, karıştırarak erittik. Biraz bergamut yağı ekledik.

Fitilleri mum karışımına buladıktan sonra kaplarının ortasına yine eriyik mum karışımının yardımıyla yapıştırdık. Fitilin dik durması için mandalla sabitledik.


Ağzı geniş olan kaplarda mandalı sabitleyebilmek için şiş kullandık.



Fitilleri sabitledikten sonra mum karışımını kaplara döküp soğumaya bıraktık.





Grubun küçük üyeleri için eğlence başlıyor:


Mumlar donduktan sonra, balık- mısır konservesi reklamı yapmak gibi bir niyetimiz de olmadığından, grubun küçük üyelerine keyifli bir iş düştü. Guaj boyalarla konserve kutularını zevkle boyadılar. Bir yandan da hangi mumu kime hediye edecekleri ve gerekçeleri hakkında koyu bir sohbete daldılar!



Hatta grubun en küçük üyesi mum kutularının boyanması bitince hızını alamayıp tuvalet kağıdı rulosundan kukla da yaptı!



16 Mayıs 2012 Çarşamba

Organik kasa bahçesinden haberler



Fırtınadan kurtulan kahraman filizler fide haline gelince hepsinin domates olduğu belli oldu. Malesef mor biber, çiçek biber, salatalık ve kabak tohumları uçup gitti! Kim bilir, belki rüzgarın savurduğu beklenmedik bir yerde kök salıp büyüyorlardır belki de... Şehrin göbeğinde fazla romantik bir düşünce ama küçük de olsa bir olasılık..

Toprak: Zekiye Teyze'nin  hiç ekilmemiş temiz bahçe toprağı, kestaneli toprak, torf, organik hayvan gübresi, kestane gübresi ve kavılca buğdayının samanlarını karıştırdım. Kompostumuz henüz olmadı, kullanamadım. Belki daha sonra malçlama yapabilirim.
Yatak: İlk yazımızı geçirdiğimiz evimizin yan bahçesinin fazla güneş almadığını farkettiğim için tohum ve fideleri bahçeye ekmekten vazgeçtim. Sebzeleri yapay çim kaplı ön bahçede yetiştirmeye karar verdim. Marketlerin çöpe attığı sebze kasalarını kullandım. İçlerini jüt kumaşla kaplayıp zımbayla sabitledim. Özellikle limon kasaları daha derin olduğundan çok kullanışlı.

Tohumlardan: Tohumların çoğu daha önce de yazdığım gibi hep Sevgili Balıkçı'dan geldi. Şimdilik hayat bulan tohumlar aşağıda:

Domates: 8 çeşit domates tohumu ekmiştim ama fırtınadan sonra hepsi birbirine girdi. Dolayısıyla hangi fidenin hangi domates olduğunu bilemeden her sandığa 3 yada 4 fide, biraz fesleğen ve böceklerle mücadele için biraz kadife çiçeği tohumu serpiştirdim. Cesur domates fidelerini sandıklara almamla beraber hızla büyümeye başladılar.

Pazı: Çok çabuk çimlendiler, ama hızlı büyümüyorlar. Çok sık olduklarını düşünüyorum. Biraz da toprağı sığ kalmış sanırım. Var mı bir yorum ya da öneri?


Karagöz börülce: Bizden önce burada oturanlardan kalan çiçekliğe ektim. Elimdeki toprağın sonunu kullanıp ekmiştim, sonra ayırmak üzere sıkça koydum. Fazla büyümeden ayırmam gerek!







Dereotu: Pek zarifler, hızla boy atıyorlar.
Maydanoz: Sepettekilerin pek azı çıktı, daha önce bahçeye ektiklerim üçüncü yapraklarını verdiler.
Fesleğen: Filizler yavaş büyüyor
Mor reyhan: Yavaş büyüyorlar ama çok sağlıklı, canlı görünüyorlar.

Roka: Üç günde çimlendiler!







Üveyik buğdayı: Sevgili Temurcu'ların düzenlediği Ankara Permakültür buluşmalarında 5 Mayıs'ta Üç Elma Doğal Tarım Çiftliği'nden Hüseyin Genç'in avucuma bıraktığı buğdayları o akşam (Hıdırellez akşamı) ektim ve bir haftayı bulmadan çimlendiler. 10 gün içinde bu hale geldiler bile! İlk kez buğday ekiyorum ama çok sık olduğunu düşünüyorum. Keşke bir bilen yorum yapsa?



Mısır, karagöz fasülye ve barbunyalar henüz uyuyorlar, merakla uyanmalarını bekliyorum.

Fidelerden:

Patlıcan: Patlıcanları fide olarak İpek Hanım'ın çiftliğinden aldım. Fidelerden biri çiçek açtı bile. Kadife çiçeği tohumları çimlenince toprağını arttıracağım, sığ kaldı çünkü.

Kabak: Kabaklar da fide olarak İpek Hanım'ın çiftliği ve Bilgi'den geldi. Fideler hızla büyüyor. Bunlara da toprak eklemek gerek.

Dolmalık biber: Nasıl oldu anlamadım, aradan domates fideleri çıkmaya başladı. Hemen ayırmam gerek!

Kapya biber: İpek Hanım'ın çiftliğinden.


Salatalık: Salatalık fideleri Sevgili Bilgi'den. Üç kız kardeş metoduyla mısır, fasülye ve salatalığı birlikte ektim. Mısır uzayacak, fasülye mısıra sarılacak  ve salatalık toprağı yumuşatacak (Sağ olasın Balıkçı:) .

Ayçiçeği: Ayçiçeğini de ben kafadan fasülyeye kardeş ettim. Bakalım ne olacak, geçinebilecekler mi...


Ve çuvalda patates: Pek çok yerde okuduğum çuvalda patates yetiştirmeyi denemek istedim. Organik pazardan aldığım büyük bir patatesi cücüklenene (filizlenene) kadar beklettim. Her parçada en az 2 cücük olacak şekilde üçe böldüm. Çuvalın dibine bir karış kadar toprak koyduktan sonra patatesleri filizler yukarı gelecek şekilde yerleştirdim, bir karıştan biraz az toprakla üstlerini kapattım. Sabah akşam bolca suladım. Yapraklar çıktıktan, saplar uzadıktan sonra sapları örtene kadar toprak ekledim. Tekrar uzayacak ve tekrar toprak ekleyeceğim. Böyle böyle tüm çuval dolacak, Eylül ayı gelecek, yapraklar sararacak ve çuvalı boşalttığımda bir sürü patatesimiz olacak. En azından umudum bu yönde :) Bakalım bizim çuvaldan neler çıkacak!

Sandıklara samanla malçlama yapmak istiyorum. Hatta bir iki sandıkta denemeye kalktım ama kadife çiçeği tohumları geldi birden aklıma boğulmasınlar diye onlar çimlenmeden önce yapmamaya karar verdim.

Şimdilik haberler bu kadar. Her sene ufak tefek bir şeyler ekerdim ama bu sene bahçe işinde ölçeği çok büyüttüm, çok acemiyim, öğrenecek çok şey var. Çokça tavsiye, yorum, öneri ve bilgiye ihtiyacım var! Bekliyorum..








9 Mayıs 2012 Çarşamba

Doğal Malzemelerle Temizlik- Meyvelitepe'nin enzimli tarifi



Kül suyuna kardeş, bazen ona alternatif : portakal kabuklarından enzimli temizleyici!

İçindekiler:
  • portakal (ve/veya limon) kabukları
  • maya
  • şeker ya da pekmez
  • su
Tarif için Sevgili Meyvelitepe'nin gayet açıklayıcı ve keyifli anlatımına bakınız. Ben pekmez yerine şeker kullandım, o yüzden daha açık renkli oldu.

Okuduklarıma göre enzim temizleyiciler, özellikle protein bazlı lekelerde (süt, yumurta, kan lekeleri gibi) molekülleri parçalayak, etkili oluyorlar. Dolayısıyla özellikle lekeli çamaşırlar için -henüz denemedim- iyi bir çözüm olabileceğini düşünüyorum.

Ben, denemelerimden ve sonuçlarından bahsedeyim:
  • Çamaşır Makinasında: Renkli çamaşırlarda nanoteknolojik topa destek olarak kullandım. Sonuç iyi.
  • Bulaşık makinasında: Bazen arap sabunu bazen kül suyu kullanıyordum ama sonuçlar beni çok tatmin etmiyordu. Arada iyi temizlenmemiş bulaşıkları tekrar elde yıkamam gerekiyordu. Portakal kabuklu enzimli temizleyici ve tabii ki makinanın parlatıcı gözüne koyulan sirke ile sonuç gayet başarılı.
  • Yerlerin temizliğinde: Her taraf tertemiz oldu ve etraf mis gibi portakal koktu. Ayrıca temizlik bitince kovada kalan suyla güvenle bahçedeki çiçekleri, sebzeleri sulayabiliyorum.
  • Camların temizliğinde: E camlar da pırıl pırıl oldu ! (Eldiven kullanmayı sevmediğim için genel temizlikte kül suyu kullanamıyordum, arap sabunu kullanıyordum, artık arap sabunu tüketimim de azalacak)
  • Kompost beslemede :)  Kalan posalar da komposta gitse! Daha ne isterim? Hayır! Çok içimden geldi ama cesaret edemedim. Maya, narenciyedeki asidi parçalar mı bilemedim. O yüzden komposta atamadım. Bu konuda bilgi- fikir - yoruma ihtiyacım var!
Kimyasalsız gerçek temizlik için haydi deneyelim!

.. ve çok teşekkürler Meyvelitepe !

25 Nisan 2012 Çarşamba

Perşembe Fikirleri'nden: Su bazlı el ve vücut kremi



"Perşembe Fikirleri" toplandık, biz bu kremlerden çok hoşlandık !

Malzemeler:
  • 30 ml. eritilmiş balmumu (*)
  • 120 ml. zeytinyağ
  • 60 ml. saf su ya da içme suyu
  • 10 damla E vitamini (1 kapsüle denk geliyor)
  • 10 damla aromatik yağ (bu sefer yasemin ve lavanta kullandık)
Yapılışı:

Öncelikle bu iş için 2 adet çelik cezve ya da küçük tencere ayrılmasını ya da edinilmesini tavsiye ediyoruz, çünkü balmumu donunca temizlemek çok zor oluyor. Biz ilk denemelerimizde 2 adet kap rezil ettikten sonra bu iş için 2 ucuz çelik kap edindik.

Erimiş hali aşağı yukarı 30 ml. olacağını tahmin ettiğiniz bir miktar balmumunu ilk kaba koyup ocağın altını yakın, eriyene kadar karıştırın. Bal mumunu eritirken kaynatmamaya dikkat etmek gerekiyor, kontrol edemeyeceğinizi düşünüyorsanız benmari usulüyle eritebilirseniz.

Bu arada ikinci kapta 120 ml. zeytin yağını hazır bekletin. Eriyen balmumunu tülbentten geçirerek bu ikinci kaba katın. Balmumu soğukla temas ettiği anda donmaya başlıyor -donma noktası 60,5 derece. (Biz bu sebeple balmumu miktarını göz kararı ölçtük, çünkü ölçü kabına aktardığımız anda balmumu donacak ve tekrar eritmek zorunda kalacaktık). Zeytinyağ ve balmumunun içine 60 ml su da katılıp karışım sürekli karıştırılarak tekrar ısıtılır ve balmumunun tekrar erimesi sağlanır, E vitamini ve aromatik yağ da eklenir. Ocağın altı kapatılır ve karışım soğuyana kadar karıştırılmaya devam edilir.

Kreminiz soğuyup rengi de açıldıktan sonra minik kavanozlara yerleştirebilirsiniz. Kremin içinde raf ömrünü uzatıcı, koruyu maddeler bulunmadığından küçük kavanozların kullanılması ve yedeklerin ve dostlarımıza armağan etmek istediğimiz kremlerin buzdolabinda saklanması gerektiğini düşünüyoruz.



Bu krem hayvan dostlarımızın değil, üç kadın üzerinde denenmiştir, hepimiz yasemin- lavanta kokulu ve mutluyuz. Güvenle kullanınız :)

(*) Perşembe Fikirleri grubumuzun üyelerinden biri "ecnebi" ve Türkçe'yi öğrenme sürecinde. Diğer iki yetişkin üye ise "bee wax"ın Türkçe'sini hatırlayamadı, bununla da kalmayıp gayet zalim bir şekilde ecnebi üyeyi aktara "bee wax" almaya yolladı. Ecnebi üyemiz olanca Türkçe'siyle aktara anlatmaya çalıştı "arı evi ama balsiz!". Balmumu alamadan döndü ama çabası takdire şayandı. Bizim için balmumunun artık daha da güzel adı "arı evi ama balsiz".





19 Nisan 2012 Perşembe

Küresel Isınma- Mark Lynas


Dünkü fırtına gibi bizi şaşırtan hava olayları ile sık sık karşılaşmaya başlar olduk. İklim değişikliklerinin kaçınılmaz sonucu olan bu beklenmedik ve şiddetli doğa olayları küresel ısınmanın önü alınamadığı takdirde artarak devam edecek.

Dünyamızda 1'den 6 dereceye kadar ısınma olduğu durumda ne tür senaryolarla karşılaşılacağının öngörüsünün yapıldığı Mark Lynas'ın Six degrees (Altı derece) adlı kitabından alıntılar okuyorum. Henüz kitabı alamadım. Yazara göre:
1 derecelik artışta:
  • Kilimanjaro dağı tüm buzlarını yitirir
  • Ada ülkeleri yükselen deniz sularının altında kalır
  • Fırtınalar artar ve ciddi tarımsal kayıplar yaşanır
  • Orman kurbağası, kunduz ve kangurular yok olur
2 derecelik artışta:
  • Grönland erimeye başlar, deniz suyu yükselir, tüm kıyı şehirlerinin varlığı tehlikeye girer
  • Okyanus suyu, artan bir şekilde asitlenir, deniz ekosistemi tehlikeye girer
  • Kutup ayıları, deniz aygırları yok olur
  • Akdeniz havzasını kuraklık ve yangınlar vurur
3 derecelik artışta:
  • Tüm Amazon ekosistemi yangın ve kuraklık sonucu çöküp gider
  • Tarım iyice kuzeye kayar
  • Tropik bölgelerdeki kuraklık sonucu dünya açlık ile karşıkarşıya kalır
  • Fırtınalar saatte 320 km.'ye ulaşabilir.
4 derecelik artışta:
  • Büyük bir kısmı sular altında kalan Asya'dan ve çölleşen Güney Avrupa'dan onbinlerce insan iklim mültecisi olarak İskandinavya'ya sığınır olur.
  • Güney kutbundaki buzullar erir ve dünya denizleri 5 m. daha yükselir.
  • Sibirya'daki donmuş toprak tabakasının erimesi milyarlarca tonluk metan ve karbondioksit salımına yol açar
5 derecelik artışta:
  • Dünya artık 55 milyon yıldır görülen en sıcak dönemindedir.
  • İnsanlık bu durumla artık başedemez ve medeniyet çökmeye başlar.
6 derecelik artışta:
  • Kitlesek yok oluş başlar
  • Dev yangındar gezegeni sarar
  • Denizlerin oksijeni biter, zehirli gazlar salgılamaya başlar
Mark Lynas, birçok çevreci grup ve hatta bazı hükümetler göre (AB dahil) hedef 2 dereceyi aşmamak olmalı, çünkü 2 derece devrilme noktası olarak kabul ediliyor. 2 dereceden sonra toprak ve ormanlardan salınacak sera gazları kendi durdurulamaz momentleri yakalayacaklar ve artık küresel ısınmanın önü alınamayacak.

Çizilen tablo oldukça ürkütücü. Pek çoğumuz endişe duysak bile ne yapacağımızı bilmiyoruz.  Örgütlü mücadele pek çoğumuzu korkutuyor, bireysel çabaların da hiçbirşeyi değiştirmeyeceğini düşünüyoruz. Halbuki bireysel tüketim tercihlerimizi değiştirmemiz bile küresel ısınmayı yavaşlatacak. Sandığımız kadar güçsüz değiliz. Güç cebimizde; az ya da çok paramız var. Örneğin marketten alacağımız peyniri plastik pakette almak yerine kağıda sarılmış açık peynirleri tercih etmek, ampul patladığında enerji tasarruflu ampul satın almak, evlerimizi gereğinden fazla ısıtmamak, kısa mesaferede araba kullanmak yerine yürümeyi tercih etmek gibi hayatımızda yapacağımız çok basit değişikliklerle küresel ısınmadaki kişisel payımızı düşürebilir yani karbon ayak izlerimizi azaltabiliriz.

Mark Lynas'ın kitabından alıntı olan yukarıdaki öngörüleri şimdi okuyup da yarın alışveriş sırasında ekstra alışveriş poşeti kullanmayacak bir tek kişinin kullanmadığı o bir tek poşet bile önemli!
Benim uçan tohumlar gibi çocuklarımızın geleceği de fırtınalarla uçup gitmesin...

Organik Bahçemiz-4



Fırtınadan sonraki sabah...

Sevgili apartman görevlimiz dünkü halime çok üzülmüş olacak, bugün devrilen kutuları, uçuşan sandıkları toplamış biraz, ama son durum fotoğraftaki gibi.

Mutfak hastanesine yatırdığım iklim mültecisi kahraman filizlerin durumu iyi görünüyor.

Fırtınayla ilgili haberleri okudum sabah, oldukça ciddi kazalara sebep olmuş. Hızı yer yer saatte 100 km.' yi aşmış. Meteoroloji uzmaları fırtına ve hortumların artmasına küresel ısınmanın, iklim değişikliklerinin sebep olduğunu, küresel ısınmanın önünü alamazsak bu tür felaketlerin artacağını bir kez daha hatırlatıyorlar. Ancak yazılı ve görsel basında bu bilgilerin uzmanlar tarafından aktarılmasından ve alınması gereken önlemlerin tartışılmasından çok dramatik sahnelere yer veriliyor. Yeterince bilgilendirilmeyen halk da bu haberlere dinsiz imansız çok o yüzden diye yorum yapabiliyor!

Konuyla ilgili birkaç haber:

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1085380&CategoryID=77

http://www.trt.net.tr/trtavaz/hortum-ve-firtinalar-artacak--haber-detay,tr,37315.aspx

http://gundem.milliyet.com.tr/iste-firtinanin-gercek-nedeni/gundem/gundemdetay/18.04.2012/1529875/default.htm?ref=yahoo

18 Nisan 2012 Çarşamba

Organik Bahçemiz? -3

Fırtınadan sonra..

Bugün fırtına her yeri vurduğu gibi bahçemizi de vurdu!

Küçük seramız ve en son tohumları ektiğim hasır raflı dolap devrildi. Tohumlar, filizler, topraklar dağıldı, birbirine girdi. Dağılan toprak öbeklerinin arasından onlarca filiz topladım, tek tek kökleri toprağa dikmeye çalıştım. Görebildiğim tüm filizleri aldım, ama filizlenmemiş tohumlar gitti! Çok üzüldüm..

Topladığım filizlerin ne olduğuna dair hiçbir fikrim yok, çünkü tüm etiketler de dağıldı gitti. Artık fideler büyüdüğünde domatesi - biberi yapraklarına bakıp ayırabileceğim ama şaşırtma yaparken nereye hangi domatesi ekmiş olduğumu bilemeyeceğim, ancak meyva verdiğinde anlayabileceğim. Onlar da beni şaşırtacak yani! Tabii bu çok iyimser bir senaryo. Filizleri yaşatamama ihtimalini düşünmek istemiyorum. Henüz o kadar narinler ki, en büyüğü an fazla 3 cm... Bakalım göreceğiz...

Ben fırtına sırasında eğilmiş yerdeki bit kadar filizleri kurtarmaya çalışırken sırtıma hasır dolap devrildi içindeki yeni ekilmiş tohumlu topraklarla... Bu arada zaten hakkımda ciddi şüpheleri olan apartman görevlisi artık tam bir deli olduğuma emin oldu sanırım. Aramızda benzeri macera filmlerine sıkça rastlanan bir replik geçti:

-Abla gir içeri, gittiler artık, boşver üstüne bişey daha düşecek!
-Hayır kurtarmam lazım onları!

O sırada arkam dönüktü ama bakışlarının en son beni bahçede kül elerken gördüğü sıradaki bakışlarıyla aynı olduğuna eminim !

Önce kızdım kendime, acemiliğime, keşke daha sağlam sera- raflarda yapsaydım bu işi diye ama akşam üzeri fırtınanın şiddetini, kazaları, verdiği hasarı öğrenince gördüm ki, çok da yapacak birşey yokmuş.

Melike diyor ki, "Onlar yerel, sağlam, cesur tohumlar, onlara bişey olmaz". Melike'ye ve tohumlara güveniyorum!

İşte benim cesur filizlerim:

17 Nisan 2012 Salı

Organik Bahçemiz-2


Yaşasın! Tohumlar çimleniyor!

Korkmuştum, çok sulayıp çürüttüm mü tohumları diye ama birer birer patlayıp yeşeriyorlar.
Yazmadığım dönemde her gün biraz biraz ekerek, önceden çimlendirilmesi gereken tüm tohumları bitirdim.  Bu işe ayırabildiğim vaktin yarısını ekme- temizleme- sulama işlerine verdiysem yarısını oturup yaptıklarımı izleyip tadını çıkarmaya ayırdım. Bunun için Sevgili Bilgi'nin armağan ettiği Alys Fowler'ın  "Garden Anywhere" kitabından çok feyzaldım. Hepsini birden ekip kendimi helak etmemek için çok telkin ettim kendimi, yoksa tüm tohumları bir gün içinde ekip ertesi günü bel ağrısı çekerek geçirirdim kesin. "Slow is beautiful! - Yavaş Güzeldir!"


Tohum ekim işinde Ayşe de bana çok yardım etti. Çok da keyif aldı. Deniz'i henüz bu işlere çekemedik ama domatesler olunca afiyetle yiyecekmiş.

Sevgili Serap'a tohumları içinde çimlendirmem için biriktirdiği yumurta kolileri için teşekkür ederim.


Ekilen tohumlar:
  • Küçük domates
  • Sarı domates
  • Pembe domates
  • İri etli domates
  • Yeşilöz küpe domates
  • Yeşilöz  ...  halkalı domates :)
  • Eski Ayaş Domatesi
  • Kaş yerli domates
  • Salatalık
  • Kabak
  • Mor biber
  • Çiçek biber
  • Altın çilek
Yani bir sürü fidemiz olacak ! İsteyen dostlarımızla paylaşabiliriz, zira hepsini ekecek yerimiz de yok!

Tohumlar büyürken, fideler hazır olduğunda içine dikeceğim sandık- toprak hazırlıklarına başladım. Tahtacı Örencik Köyü'nden getirdiğimiz toprak bitmek üzere. Dün İpek Hanım'ın çiftliği'nden sipariş ettim ama tabii ki yetmeyecek, bir köy turu daha yapmamız gerekecek. Ön bahçeye dikeceğim fideler için yukarıdaki sandıkları hazırlamaya başladım. Marketlerden atılacak sebze sandıklarını alıp içini jüt çuval beziyle kaplayıp yanlarından zımbalıyorum. Jütün yeterli direnajı sağlayacağını düşünüyorum. Ne dersiniz?

Maydanozlara da sandıktan minik bir çit yapıp bahçe toprağına ektim. Bir sebze sandığının tabanındaki tahtaları söküp ters çevirerek, normalde yüksek olan köşe tahtalarını toprağa sapladım. Nane ve dereotu için de bu çitlerden yapacağım.

Bu arada Zeytin'imizi de unutmadım, bir saksıya kedi nanesi ektim. Bakalım beğenecek mi?
Bu işlerle uğraşırken Zeytin beni izlemeye bayılıyor !
Ben de ona !


3 Nisan 2012 Salı

Organik Bahçemiz-1

Green Peace'in raporu yayınlandı. Türkiye'de üretilen sebze-meyvelerin üretiminde tehlikeli oranda kimyasal bulunduğu bilgisi de bu raporda yer alınca yer gök inledi!  Sanki bu rapor bir tek Türkiye'de üretilen ürünler için, sırf Türkiye'ye inat hazırlanmış gibi!  İlgili meslek odaları gürledi, halk arasında birlik beraberlik ruhu uyandırıp, hedef saptırılacak ya, bakan açıklama yaptı: "Büyüyen ihracatımızdan rahatsız oldukları için yapıyorlar, o kadar kimyasal kullanımı yok". Zaten herkes bize düşman! Halbuki özeleştiri yapılsa, markete gidip o biberler alınsa analiz edilse, evet bu pestisit vb tarım ilaçları, şu seviyede çıktı, halk sağlığı için tehlikeli düzeydedir- değildir, zaraları şunlardır, çocuklarımızı, sağlıklı gıdalarla besleyelim, şöyle önlemler alalım, tarımda zararlılarla mücadelede alternatif yöntemleri deneyelim gibi açıklamalar gelse... Evet ben bir hayalperestim! Bu ölçekte bakıldığında hayal, ama ölçeği küçültüp kendi küçük bahçelerimize, balkonlarımıza indirgersek, bu hayali gerçeğe çevirebiliriz.

Sonunda bahar gelebildi. Yaklaşık iki aydır sevip okşayıp sonra yine yerine yerleştirdiğim tohumlar birer birer paketlerinden çıkıyor, çimlenmek üzere topraktaki yerlerini alıyorlar. Tohumlarım organik yerel tohumlar. Sevgili Balıkçı Mustafa'ya, sevgili Temurcu ailesine ve sevgili  Bilgi'ye tohumlar için teşekkür ederim. Anadolunun dört bir yanından toparlanmış, özenle çoğaltılıp saklanmış bu tohumların hakkını verebilir ve ben de çoğaltabilirim umarım.

Bir apartmanın bahçe katında oturuyorum. Yan tarafta çok güneş almayan bahçe ve önümde de yapay çimle kaplanmış görece genişçe ve bol güneş alan bir alan var. Yan bahçeden alabileceğim verim konusunda tereddütlerim var. O yüzden risk almayarak her grup tohumun ve fidenin 1/3 'ünü bahçeye, 2/3'ünü de sandıklar ve büyük saksılar içinde ön bahçeye dikmeye kadar verdim.


Direkt toprağa ekilecek tohumların henüz zamanı var. Öncelikle çimlendirilecek tohumlarla ilgileniyorum. İçinde tohumları çimlendirebilmek için aylardır biriktirdiğim tuvalet kağıdı ruloları, yumurta kartonları yerlerinden çıktı.  Tahtacıörencik köyünden çalı diplerinden topladığımız  toprağın içine tohum teker teker yerleştirildi (Sevgili Zeliha'ya köye yolculukta bize eşlik ettiği ve toprak ayıklayıp almakta yardımcı olduğu için teşekkür ederim ve Temurcu ailesine bu güzel köyü bize tanıttığı için bir teşekkür daha!). Tohum ekme işlerinin bir kısmını Ayşe'cikle beraber yaptık, yapıyoruz, çok da eğleniyoruz.

Havaya hala çok güvenemediğim için şimdilik ektiğimiz tohumları küçük serada tutuyorum. Naylon kaplanmış sera organik üretime zarar verir mi diye biraz araştırdım ama bu yönde bir bilgi edinemedim, ama her ihtimale karşı serada terlemeye izin vermeyip sık sık havalandırıyorum. Sanırım 10 gün kadar sonra hava durumu daha stabil olur ve seraya olan ihtiyacım biter. Şimdilik ektiğimiz tohumlar:
  • Sarı domates
  • Küçük domates
  • İri etli domates
  • Eski Ayaş domatesi
  • Küçük mor biber
  • Kadife çiçeği (böcekler için gerekliymiş)


Umarım başarılı oluruz ve yetiştirdiğimiz ürünleri dostarımızla paylaşarak, güvenle tüketebiliriz ve bu değerli tohumları çoğaltabiliriz.

Nice sağlıklı ve pestisitsiz günlere..



23 Mart 2012 Cuma

Hediye satın almıyoruz, hediye yapıyoruz! (Perşembe Fikirleri'nin doğuşu)

Çok çalışıyoruz çok! Deli gibi çalışıp, para kazanıp kendini bilmez bir şekilde tüketiyoruz  tüketiyoruz. Sonra da kendimizi rahatlatmak için "e o kadar çalışıyorum, hakediyorum" diye rasyonalize etmeye çalışıyoruz durumu. Peki aslında biz ne üretiyoruz? Sahi parçası olduğumuz çarkın içinde ne kadar üretkeniz? Günün en az sekiz saatini iş yerlerimizde yoğun bir şekilde çalışarak aslında üretime mi, yoksa tüketime mi daha çok katkıda bulunuyoruz?

Peki ya tükettiklerimiz, ne kadarı gerçekte ihtiyacımız olan şeyler? Bir ayakkabı daha, bir gömlek daha, bitiremeyeceğimizi baştan bildiğimiz halde lokantada fazladan sipariş ettiğimiz yemekler, bir kez oynanıp unutulacak oyuncaklar vs. vs.

Evimize temizlik için para karşılığında yardımcı alıyoruz, sonra da "ya hareketsizlikten göbek bağladım" deyip spor salonlarına koşup bir daha para harcıyoruz. Kışın ortasında evde tişörtle dolaşabilmek için gazı tüketiyoruz da tüketiyoruz.

Çocukluğumuzda bulamadığımız şeylere ulaşabileceğimizi farkettikten sonra, Amerikan dizilerinden de aldığımız gazla dolduruyoruz alışveriş arabalarını. Ne kadar çok tüketirsek, alışverişten ne kadar çok torbayla dönersek o kadar prestijliyiz. Buz dolabına ne kadar çok şey yerleştirirsek, akşam kapıya ne kadar çöp çıkardıysak..

Bir akşam arkadaşlarla işte bu minvalde sohbet ediyorduk yine, ve karar verdik, evet gereksiz tüketimden vazgeçeli çok oldu ama ufak tefek bişeyler de yapalım. Tasarrufun ötesinde elle tutulur bir şeyler üretelim. Hediye vermeyi seviyoruz ama çoğu kez ne alacağımızı bilmeden vitrinlere bakıyoruz, sonra belki de çok içimize sinmeyerek birşeyler satın alıyoruz. Her zaman olmasa da hediye alanı da vereni de çok mutlu etmeyen bir durum haline getirebiliyor bu.

Üç kadın, iki çocuk karar verdik bundan böyle hediye satın almayalım, hediye yapalım diye. Programlarımız uydukça perşembe akşamları buluşuyoruz hem beraber eğleniyoruz, hem de ortaya birşeyler çıkarmaya çalışıyoruz. Bir de isim bulduk grubumuza, ürünlerimize: "perşembe fikirleri"!


İlk buluşmamızda kraft kağıdından, yün artıklarından, eski dergilerden, haritalardan, kalmış kumaşlardan, tahta boncuklardan kestik biçtik yapıştırdık. Sevdiklerimize vermek ya da eski usul postayla göndermek üzere bir sürü kart hazırladık. Çok da eğlendik.



İkinci buluşmamızda yine kraft kağıdından (biraz çok almışız da! ah bu tüketim alışkanlığı yok mu!) kese kağıdı yaptık. Yapıştırıcı olarak da un ve su karışımı kullandık. Bazılarını boyadık, süsledik. Hediye paketlerimiz de hazır oldu böylece. Artık sıra geldi içlerini doldurmaya!








Üçüncü buluşmamızda vücut kremi, dudak kremi ve peeling kremi yaptık. İçinde ne olduğunu bilmediğimiz ya da bildiğimiz için, hayvanlar üzerinde test edildiğini düşündüğümüz için  huzursuz olarak kullandığımız kremlere avuç dolusu para saçmayacağız artık. Vücut ve dudak kremi için balmumu, zeytinyağı ve aromatik yağlar kullandık, peeling kremi için de kahve telvesi, tuz, zeytinyağı ve badem yağı ve aromatik yağlar. Planlama, malzeme temin etme, bir araya gelip mutfağı batırma, kavanoz bulma- deneme kıvamı tutturamayıp tekrar deneme, oldu diye gururlanıp sabah kremler iyice donunca "ah yine olmamış" hüsranı, hepsi çok keyifliydi çok!


Dostlarımıza kremlerimizle birlikte bu anıları da hediye edeceğiz :)

Daha bir sürü Perşembe Fikirleri'miz var. Bu yazı bir girizgah olsun, sonra birer birer ayrıntıları reçeteleri paylaşayım.
Olur mu? (soru)
Olmaz mı! (cevap)

14 Mart 2012 Çarşamba

Doğal malzemelerle temizlik ve kül suyu yapımı

Neden doğal malzemelerle temizlik?
  • Sularımızı kimyasal atıklarla kirletmemek için.
  • İyi durulanmamış bardak- çanaklarla bu kimyasalları bedenimize sokmamak için
  • Piyasadaki deterjanları, yüzey temizleyicileri, yağ sökücüleri, çamaşır sularını kullanıp toksin maddelerle kendimizi zehirlememek için.
  • Doğadan gelen maddelerin suya karışıp doğaya dönmesi, tekrar gübre olup oradan bize dönmesi, yani bu döngü beni heyecanlandırdığı için
  • Bu malzemelerin hazırlanışı aşamasında çocuklarımla bu döngünün heyecanını paylaşabildiğim, bütün bu malzeme hazırlama- kullanma- temizlik safhaları hepimiz için mutluluk verici bir üretim - paylaşım-eğlence faslına dönüştüğü için
  • Haa! Bir de: Çok ucuuuz!!
Uzunca süredir evde kimyasal bazlı temizlik ürünleri kullanmaktan kurtulmaya çalışıyordum.

İlk adımım çamaşır suyundan vazgeçip dezenfekte edici olarak sirke kullanmaya başlamak oldu. Şimdilik marketlerden satın alıyorum ama ama 5 litrelik bir kavanozda elma sirkesi denemem var. Henüz fermante olma aşamasında. Sonuç başarılı olursa burada paylaşacağım.

İkinci adımım genel temizlik için arap sabunu kullanmaktı. Sulandırarak yüzey temizlemede, sirkeyle beraber bulaşık makinasında ve elde bulaşık yıkamada kullanıyorum.

Üçüncü adım; lavabo ve tuvalet temizliği için karbonat ve limon suyu kullanıyorum ve tabii dezenfektan olarak biraz sirke. Sirkeden korkmayın kullanım sonrasında hiç kokmuyor!

Buğday'ın boraks'lı, karbonatlı, çamaşır sodalı, limonlu reçeteleri var ama bana bunları hazırlamak bana biraz zahmetli geldiği için denemedim. İlginize çekerse bu özenli çalışma için tıklayınız: http://www.bugday.org/portal/haber_detay.php?hid=115

Ayrıca Selen Özarslan Aktar'ın "Ekolojik Yaşam Rehberi" adlı kitabını meraklısına şiddetle tavsiye ederim.

Şimdi gelelim KÜL SUYU'na!

Nerelerde kullanılır?
  • Elde bulaşık yıkamada
  • Çamaşır makinası deterjanı yerine
  • Bulaşık makinası deterjanı yerine

Nasıl yapılır?

Odun ateşi kullanan ekmek fırınlardan, sobanız ya da şömineniz varsa orada birikenlerden, ya da benim gibi şanslıysanız odun ateşinde pizza yapan arakadaşınızın fırınından kül alıp önce eleyin. Elenmiş külünüz yarım kova kadar olsun. Kovanın kalanını suyla doldurun. Hele bir de temiz kar erittiyseniz, yağmur suyu biriktirdiyseniz daha da harika olur. Tamam tamam fazla fantaziye kaçmıyorum, musluk suyu da olur. Bir sopayla iyice karıştırın, ara ara hava kabarcıkları çıkacak, içinde bir yaratık varmış gibi blık blık sesler çıkacak, ara ara karıştırın, sonra 24 asaat kadar bekletin. Bu sürenin sonunda suya dokunduğunuzda kayganlık hissedersiniz, külsuyu kullanıma hazırdır. Ama siz yine de kendinizi tutun, kaygan olmuş mu acaba diye dokunmayın, çünkü külsuyu cildinize zarar verir; tecrübeyle sabittir. Dokunursanız da mutlaka elinizi durulayın. İlk denememde hem külle hem suyuyla çıplak elle bolca haşır neşir olup iki gün boyunca kırmızı ellerle gezdim. Yapımı ve kullanımı aşamasında mutlaka plastik eldiven giyin. Unutmayalım ki biz de doğanın bir parçasıyız, kendimizi de koruyalım. Plastik eldiven kullanımı sizi çok rahatsız ediyorsa bir parantez açıp sizi birazcık rahatlatayım.

Aç parantez-Eldivenleriniz delindiğinde onları atmak yerine kol kısmından başlayarak 1/2 cm eninde bir birine paralel şeritler halinde kesin, bir sürü paket lastiğiniz olsun, madem üretildi, sonuna kadar tüketelim, canını çıkartalım :) - Kapa parantez

Kül suyu su ne kadar çok beklerse temizleme gücü o kadar fazla olur. Üstte kalan duru suyu bir tülbentten geçirerek şişelere doldurup kullanmaya başlayabilirsiniz. Dipte biriken ıslak külle de çelik tencerelerinizi ovup ayna gibi parlatabilirsiniz. Islak külün fazlasını da çiçeklerinize, bahçenize gübre yapabilirsiniz. Bakın ağaç toprağa döndü, yeni canlıları beslemek üzere! İşte bu beni çok heyecanlandırıyor!
Deli miyim neyim?

29 Şubat 2012 Çarşamba

Zeytinli Ciabatta


Bu ekmeği çok sevdik! Ciabatta meşhur bir İtalyan ekmeği. Bulduğum reçetelerle her yapışımda biraz oynaya oynaya bugün bu ekmek çıktı ortaya.
Orijinali beyaz unla yapılıyor ve biraz daha kabarık oluyor, ama çok değil.  Ciabatta İtalyanca’da terlik  demekmiş. İsmini ekmeğin biraz yayvan, fazla kabarık olmayan, terliğe benzeyen görüntüsünden almış.
MALZEMELER:
2 su bardağı un (ben 1 su bardağı beyaz un ve 1 su bardağı tam buğday unu kullandım)
1 tatlı kaşığı kuru maya
1/2 tatlı kaşığı tuz

¾ su bardağı ılık su

4 yemek kaşığı süt
2 yemek kaşığı zeytinyağı

1 küçük kase çekirdekleri ayıklanmış zeytin

YAPILIŞI:




Bir kaba un, tuz, maya konup karıştırılır. Unu her zaman eleyerek koymak gerek ki topak topak kalmasın. Daha sonra sıvı malzemeler de eklenip tahta bir kaşıkla iyice karıştırılır. Yumuşak bir hamur olması gerekiyor.  Hamur hazır olunca zeytinler de katılıp iyice karıştırılır. Sonra üzeri bir bezle örtülüp 3 saat kadar ılık bir ortamda bekletilir.



Hamur iyice kabarınca pişirme kağıdı serilmiş fırın kabına biraz mısır unu serpilir (şart değil), hamurla fazla oynanmadan, karıştırılmadan kaba konur ve 15-20 dakika daha beklettikten sonra önceden 200 derecede ısıtılmış fırında 25-30 dakika pişirilir. Kabuğu sertleşip kızarınca fırından çıkarılır.


Tarifin benzerlerini beyaz unla ve hepsini tam buğday unuyla da denedim. Beyaz unla daha yumuşak puf puf oluyor. Tam buğday unuyla yapılınca daha sıkı bir dokusu oluyor, daha uzun süre tazeliğini koruyor, daha lezzetli ve tabii ki daha sağlıklı oluyor.

Bu tarifte maya hariç hep organik ürünler kullandım. Ful organik ekmek oldu! Çocuklar artık bana “organik anne” diyor. Kurt, kocamak, köpekler falan geldi aklıma J.

25 Şubat 2012 Cumartesi

Organik gıda çok pahalı (mı?) !

Planlı bir alışverişle hiç de değil!

Eskiden çoğunlukla plansızlıktan, bazen zamansızlıktan, bazen tembellikten, bazen çok da önemsememekten satın aldığım meyve-sebzelerin bir kısmını tüketemeden bozup atmak zorunda kaldığım olurdu. Arkadaşlarımla yaptığımız sohbetlerden çıkardığım, bu konuda yalnız olmadığım. Büyük şehirlerde yoğun tempoda çalışan pek çok kişinin yaptığı birşey bu sanırım. Buzdolaplarının bir köşesinde unutuluvetiyor işte o havuçlar, portakallar. Pörsüyüp küfleniyince farkedilip atılıyorlar.

Biraz daha planlı ve özenerek alış verişle buna engel olmanın  mümkün olduğunu gördüm. Artık "Ne yersen osun" (you are what you eat) atasözü(!)'nü aklımda tutarak çocuklarıma ne yedirdiğimi önemseyerek alışveriş yapıyorum. Bir süredir marketler yerine organik ürünler pazarından ya da organik üretim yapan çiftliklerden sipariş yoluyla alış-veriş yapıyorum. Evet kilogram-adet bazında karşılaştırma yapıldığında organik ürünler diğer ürünlere göre pahalı. Fakat tüket(eme)me alışkanlıklarımızı gözden geçirdiğimizde durum farklı görülebiliyor.  Tüketebileceğimizden fazlasını almıyorum. Yarasız ve fazla yemek yerine az ama kaliteli gıdalarla besleniyoruz artık. Ya da örneğin binbir zorlukla toplanıp ayıklandığını bildiğim, çoook uzaklardan gelen şevketi bostanı dolapta günlerce bekletip çöpe atmıyorum. Bu durumda hem cebimizden çıkan parayı hem de bedenimize kabul ettiğimiz kaliteli ve lezzetli gıdaları göz önünde bulundurduğumuzda organik beslenme çok da pahalı olmuyor.

Yani diyorum ki; bedenimize, gıdalarımıza, hem bizim hem üreticinin emeğine saygı duyalım. Genetiğiyle oynanmamış yerel tohumlarla, doğal gübreyle üretim yapan üreticileri destekleyelim. Destekleyelim ki daha çok üretici bu alana kaysın. Çocuklarımıza özgür gezen, organik yemle beslenen tavukların yumurtalarını, böcek ilacı sıkılmamış elmaları gönül rahatlığıyla yedirebilelim! Çok mu didaktik oldu? Evet, öyle oldu. E ama oldu bi kere :)

22 Şubat 2012 Çarşamba

Neden bir "blog"?

Hep düşünürdüm neden insanlar blog oluşturmak ister diye… Kendime biraz daha fazla zaman ayırmayı başardığımda bu soru için kendi cevabımı buldum: Bir şeyler üretmeyi seviyorum, bunlar çok çeşitli, birbiriyle çok ilgili olmayan, aslında pek çok kişi için çok farklı ya da ilginç de olmayabilecek şeyler belki. Efendim çiçekten- vücut kremine, ekmekten- sirkeye kadar değişebiliyor. Fakat bunları araştırma- malzeme toplama, deneme ve tabii ki yanılma (hele bu en eğlenceli kısmı), üretme aşamaları hepsi çok keyifli, hele bunları dostlarla paylaşmak daha da keyifli, hem kim bilir birilerinin de işine yarar denemek ister…

Bir de tabii unutmamak için, hani belge kalsın, anı olsun düşüncesi de var. Çocuklar hızla büyüyor ve bizler de yenisi yaşandıkça eski kayıtları siliyor muyuz ne? Üstüne yazıyoruz (over write) galiba. Böylece keyifli anları harici sabit diske kaydetmiş olabilirim belki! Tatil anıları, birlikte yaptığımız etkinlikler, geziler…

Bunun dışında yeni öğrenilen şeyler, okunan kitaplar, haberler, düşünceler, meraklar, fikirler vs. vs. Biraz yapılanlardan, biraz hayattan, belki biraz tek başınalığın kutlanması, belki biraz yalnızlığın paylaşılması… Belki biraz biraz hepsinden.  Neden olmasın? Haydi bir deneyelim! Bakalım, görelim neler olacak?